“Kılıç bak, koskoca bir tarih göçüyor!”
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'ın, Atatürk’ün yanı başında 10 Kasım 1938'de ve tam da 09:05'te Kılıç Ali Bey’le beraber gördüğü manzara karşısında ağzından bu kelimeler dökülüvermişti. Atatürk'le yan yana o macerayı yaşamış insanlar için çok büyük bir hüznün ifadesiydi bu kelimeler. Gerçekten koskoca bir tarih göçüyordu bu dünyadan, gözlerinin önünde... Atatürk 57 yıllık yaşamına Soyak’ın deyimiyle koskoca bir tarih sığdırmıştı. Öyle ki vefatının ardından, The Times Atatürk için “Türkiye’nin tarihi ile kendi hayat hikayesi adeta bütünleşmişti.” diyordu.
Kulakları tırmalayan çatırtılarla yıkılmanın
sinyallerini veren, 28 senedir uluslararası arenada hasta adam olarak nitelenen
bir imparatorlukta doğan Atatürk; bu toz dumanın içinde büyümüş, ülkesini kurtarmanın
hayaliyle yanıp tutuşmuştu. Nitekim tarih, askeri ve politik dehasıyla ülkesini
bir uçurumun eşiğinden nasıl döndürdüğünü de yazmıştır. Fakat onu koskoca
bir tarih yapan şeylerden birisi, ülkesine hasta adam ve kendisine çete
başı diyen, yıllarca boğaz boğaza harp ettiği düvel-i muazzamaya kendisini
saydırması ve çağının ötesine geçmiş bir lider olmasıdır. Bunu askeri kariyerinin yanı sıra, dahi bir önder, cesur bir devrimci ve gerçekçi bir barış adamı
olarak başarmıştır.
Atatürk’ün çağının ötesinde bir
devlet adamı ve devrimci oluşunun, belli çarpıcı örnekleri vardır. Mesela 31
Ocak 1923’te İzmir’de halka yaptığı bir konuşmada: “Bir toplum, cinslerden
yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o
toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bir millet ilerlemek ve medenileşmek
isterse bilhassa bu noktayı esas olarak kabul etmek mecburiyetindedir. Bizim
toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi kadınlarımıza karşı
gösterdiğimiz ihmal ve kusurdan ileri gelmektedir.” demiştir. Akabinde 5
Aralık 1934’te Türkiye’de kadınlara tamamen seçme seçilme hakkı
verilmiştir. O dönemin demokrasi ve medeniyet bayraktarı gözüken devletlerinden
Fransa bunu ancak 1944’te gerçekleştirecektir.
Yine başka bir örnek de şöyledir. Mustafa
Kemal Atatürk, çiçeği burnunda muzaffer bir Mareşal Generaldir. Siyasi gücü çoğunlukla
henüz kazandığı İstiklal Savaşı’na dayanmaktadır. Böyle bir halde, 16 Mart 1923’te
Adana’daki bir halk konuşmasında: “ … şu ve bu sebepler için, milleti harbe
sürüklemek taraftarı değilim. Harp zarurî ve hayatî olmalı. Hakikî kanaatim
şudur: Milleti harbe götürünce vicdanımda azab duymamalıyım, öldüreceğiz diyenlere
karşı “ölmeyeceğiz” diye harbe gidebiliriz. Lâkin, HAYAT-I MİLLET TEHLİKEYE
MARUZ KALMAYINCA, HARB BİR CİNAYETTİR.” beyanında bulunmuştur. Çağdaşı olan
medeni ülkelerin siyasi liderleri ise Atatürk’ün ölümünün senesi dolmadan tüm dünyayı
kendi çıkarları için kana bulamaktan çekinmeyecekler, ancak 6 yıllık vahşetten
sonra barışın kıymetini kısmen anlayacaklardır.
Atatürk bir asker olarak da mağlup
ettiklerine karşı asil tavır takınmış ve kin gütmemiştir. Dumlupınar’da esir ettiği
Yunan İşgal Orduları Başkomutanı General Trikopis’i Anadolu’da yapılan onca zulme
rağmen centilmence huzuruna kabul etmiştir. İzmir’e muzaffer bir kumandan
olarak girdiğinde daha önce Yunan Kralı’nın Türk bayrağını çiğnemiş olmasına karşın
“O bir milletin timsalini çiğnemekle hata etmiş. Ben aynı hatayı yapamam.” diyerek
önüne serilen Yunan bayrağını çiğnemeyi reddetmiştir. Çağdaşı olan medeni
devletlerin liderleri, hasımları Japonya’nın sivil halkının tepesine iki kez “Atom
Bombası” atmaktan çekinmemiştir.
Anlattığımız bu özellikler, Atatürk’ü
ve Türkiye’yi dünyada hak ettiği saygın konuma getirmiştir. Mustafa Kemal
Atatürk 10 Kasım 1938’de bedenen aramızdan ayrılığında geride bıraktığı izler
eski düşmanlarının bile gözünden kaçmamıştır. 11 Kasım 1938’de İngiltere’de The
Times onun için, “Atatürk, Hasta Adam’ı gömdüklerini sanan Avrupa
devletlerine Türklerin arasında, fışkırıp devletlerini yeniden canlandırmak
için bir önderin sihirli değneğini bekleyen hayat pınarları olduğunu gösterdi…
Başarıları sadece ülkesinin Avrupalılaşmasıyla yani iç politikayla sınırlı
değildi. Her zaman ilham kaynağı olduğu ve bazen bizzat yönettiği dış politika
Türkiye’yi Batılı devletler arasında saygın bir konuma getirdi ve eski
düşmanlardan yeni dostlar yarattı.” demişti. Fransa’da Le Monde Illustree
gazetesi onu Napoleon Bonaparte ile özdeşleştiriyordu. İtalya’da Corriera Della
Sera gazetesi de 11 Kasım 1938’de şöyle yazıyordu: “…Türk devleti, Kemal
Paşanın ellerinde, 16 milyon nüfuslu bir devletin sahip olabileceğinden daha
yüksek bir saygınlığa kavuştu.” Hatta 3 yıl boğaz boğaza savaştığı Yunanistan’da
Kathimerini gazetesi ölümünün hemen ardından şöyle yazmıştı: “O, iki ülkeyi,
Türkiye ve Yunanistan’ı birbirine yaklaştırdı. Barış ve ilerleme yolunda, dost
ve müttefik yaptı. Ölüm, bir zamanın büyük rakibini, dünün büyük dostunu, her
tür siyasi ihtirastan uzak, gerçek bir insan olarak, dünya tarihine teslim etti.”
İşte bu koskoca bir tarihin kısa bir ifadesidir. Büyük mücadelelerin, acıların, zaferlerin, devrimlerin ardından, ülkesine bıraktığı barış ve dostlukla dolu, saygıyla anılan bir miras. Bu mirasın bilincinde vefatının 82. yıldönümünde Atatürk’ümüzü en derin saygı ve özlemle anıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder